Prof. Mehmet Zaman Saçlıoğlu Sunumu

Ana Tanrıça, Attis adlı bir delikanlıya aşıktır. Attis'in Pessinus kralının kızıyla evleneceğini duyunca çok kızar; düğüne gelir, Attis'i etkileyerek çıldırtır ve kendi kendini hadım etmesini sağlar. Attis'in testislerinden çıkan kan toprağa akınca yerden bitkiler fışkırır ve Attis bir çam ağacına dönüşür.

Toprak ve bereket söylencelerinin hemen hepsinde görülür ölme-dirilme motifi. Bu söylencede, akan kanın ve yitirilen erkeklik gücünün evrensel bir nitelik kazanması, bereket ve canlılığın tüm doğaya yayılması da bir ölme-dirilme motifidir.

Ana Tanrıça'nın kucağında oturan erkek çocuk işte bu Attis'tir. Attis, Hem çocuğu, hem erkeğidir Ana Tanrıçanın.

Ana Tanrıça inanışının kaynağının Anadolu olduğu biliniyor. Ana Tanrıçanın İ.Ö. 6000-7000 yıllarına inen bir geçmişi olduğunu Çatalhöyük'teki kazılardan biliyoruz.

Oturan, geniş kalçalı, göbekli, dolgun memeli figürler Ana Tanrıçalardır. Bazılarının göğüslerinde küçük erkek figürleri bulunurken, bir bölümünün de yanlarında aslanlar görünür; Ana Tanrıçanın doğaya egemen olduğunun göstergesidir aslanlar. Doğa, toprak ve Ana Tanrıça iç içe geçmiş gibidirler. Ana Tanrıça, (doğa) doğurgandır. Onun doğurduklarını Kronos Tanrı, yani Zaman yutar. Kronos Ana Tanrıça'nın hem kardeşi hem erkeğidir.

Kybele, Kubaba, Kybebe, Hepat, Mâ, Marienna, Arinna, İsis, Lat, Rhea, Artemis, Venus gibi, farklı yörelerde, farklı dönemlerde farklı adlarla anılır Ana Tanrıça.

Karınlarının altındaki belirgin üçgenlerle analığı, dişiliği, doğurganlığı simgelerler. Tapınaklarda da görülür Ana Tanrıça heykelleri. Bu heykellerin birçoğunun cinsel bölgeleri aşınmıştır. Tapınmaya gelenler, doğurganlık dileğiyle buralara dokunup aşındırmışlardır Ana Tanrıçayı.

Doğanın ve toprağın özelliği olan doğurganlık ve bereket Ana Tanrıça ile, kadında simgelenmiştir. Yaratma gücünün kendisi de bir açıdan Ana Tanrıçaya benzetilebilir. Durmadan yeni sanatçılar, sanat yapıtları doğuran evrensel bir yaratma gücü... Her dönemde, her bölgede farklı adlar almanın yanı sıra her sanatçıda farklı bir biçeme ulaşabilme...

Gül Erali, Toprağın Tanrıçaları adını verdiği bu sergisiyle Anadolu'nun köklü tarihine dikkat çekiyor. Sergide ana izlek; kadın ve doğurganlık... Kanımca sergideki tüm yapıtlar bu iki, hatta tek özellik üzerine yerleştirilmişler. Formların hepsi dişi özellik taşıyor. Yumuşak çizgiler, taşıyıcılık ve boşluklar... Yalnızca bir yapıtta gördüğümüz sertçe katlanmış yüzey bile, soyut bir figürasyonla bir kadına dönüştürülmüş.

Erali, kadının doğurganlığını ve taşıyıcılığını, farklı yollarla çoğaltmış. Ana Tanrıça'dan doğrudan aldığı meme formlarını birer top haline getirerek stilize kadın formu olduğu açıkça belli olan çalışmaların göğüs bölgelerine yerleştirmiş. Bununla da kalmamış sanatçı, özellikle bu figürlerde kadının dişiliğini iyice vurgulayan süslemeler haline sokmuş bu yuvarlakları. Kullandığı renkli sırlarla da bu süs özelliğini iyice güçlendirmiş.

Kimi formlar, kadınların İ.Ö. 2000 yıllarının güneş kurslarıyla ya da idolleriyle birleşmesiyle oluşmuş. Bu formlarda da Ana Tanrıçanın bereket simgelerini görmek mümkün. Formların yuvarlaklığı, bedenin simetrisi... Bereketin simgesi yuvarlaklar ve Ana Tanrıça'nın derin, barındırıcı üreme organı... Bir başka çalışmada, kadın figürü, Ana Tanrıça'nın, hem çocuğu hem erkeği olan ve kendine benzeyen, yuvarlak formları kucağında taşımakta. Onları doğurur ve korur gibi.

Gül Erali'nin, kadını anlatırken, Anadolu'nun testi ve pişmiş topraktan çanaklarına uzandığını da görüyoruz. Çanaklar ve testiler, yani içlerine bir şey konan, özellikle suyu taşıyan kaplar Erali'nin önemli motifleri arasında. Bu kaplar Erali için kadınsı, taşıyıcı, doğurgan...

Bu taşıyıcı formlardan ikisinin ağızlarının genişlediğini ve kadın figürüne dönüşmeye başladıklarını görmek mümkün. Birincisi, yukarıya doğru iyice açılırken iki yuvarlağı da kendisiyle bütünleştiriyor. İkincisi ise ince uzun bir kadın formuna dönüşürken yükseliyor ve özgürleşiyor. Erali'nin, malzemeyi en çok zorladığı, seramik tekniği açısından yapımı en güç olduğunu sandığım çalışması da bu olsa gerek.

Testi, aynı zamanda su ile de ilintili. Bütün kültürlerin kıyısına yerleştiği Su, Erali'nin formlarında yalnızca testiyle göstermiyor kendisini. Aynı zamanda camla, yansımayla da görüyoruz onu. Kadının göğsünün ya da formun ortasındaki cam, su ya da ayna çağrışımıyla izleyiciyi de öykünün içine katıyor. İzleyici de biraz Ana Tanrıça oluyor.

Artık iyice idolleşmiş olan dişi formların yine küçülerek bereket yuvarlaklıklarını içlerinde taşıdıklarını, onları koruduklarını, sakladıklarını görüyoruz bazı çalışmalarında Erali'nin.

Bir başka yapıtta da, yılan'ın, Adem ve Havva söylencesinden gelip, elma haline dönüşmüş bereket yuvarlağının yanı başında yer aldığını görüyoruz.

Bu bereket yuvarlakları oylumdan kabartmaya ve böylelikle bir süslemeye, belki Göz'e doğru anlam değiştiriyorlar birkaç çalışmada. Gözler, önce kadın, kuş, idol arası, yeni ve fantastik varlıklar oluşturuyor,

Ardından, birer boşluk olup sonsuzluğu çağrıştırıyor. Bu sonsuzluk, oturan Ana Tanrıçanın gözleri oluyor. Her iki formun da, iç boşluklarıyla taşıyıcı ve doğurgan olduğunu görüyoruz.

Gözlerin başka iki çalışmada ise yeniden boşluğa, ama farklı anlatımdaki bir boşluğa dönüştüğünü, bir formda, içinde bereket yuvarlaklarını barındırırken sonsuzluğu simgeleyen 8 hareketini de ortaya çıkardığını, bir başkasında ise bir idolün gözünü oluşturduğunu görüyoruz.

Erali'nin sergisi, sonunda toprağa, Ana Tanrıça mı, toprak mı olduğu belli olmayan bir karışıma, “ilk hal”e dönerek sona eriyor. Her iki form da birbirini tamamlıyorlar. İki yuvarlak kaide üzerinde oturan spiral ve sonsuz doğurgan Ana Tanrıça, ve belki de yanındaki, erkeği, çocuklarını yutan Kronos...

Gül Erali, bu sergisinde topraktan gelip toprağa giden, öldükten sonra yeniden dirilen bir zenginliği, bereketi anlatıyor.

Dünyanın en eski malzemesini, çamuru kullanan bir kadın sanatçının eliyle, tarihin en eski kadınına, Ana Tanrıçaya, doğaya, toprağa yol alıyoruz...

Kadın, Toprak, Su, Göz, bereketin anlatılmasında kullanılan elemanlar... Erali, gerektiğinde toprak kadar sert, sade, kendiliğinden formlarla; gerektiğinde kadınsı, süslü, soyut figürlerle konuşuyor...

Prof. Mehmet Zaman Saçlıoğlu